31 Ocak 2011

İRONİSİ BOL, ANLAYANI AZ!

Okuduğum en güzel fıkralardan biri...
İronisi bol, anlayanı az!
Çisel



Başbakan, Karadeniz gezisinde Üniversiteyi ziyaret etmiş. Bir sınıfa


girerek öğrencilerle tanışmış. O karizmatik duruşuyla beden dilini de

kullanarak bir konuşma yapmış. Etkili konuştuğunu düşünerek "Sorusu

olan var mı?" demiş.


> TEMEL; "Ben size 3 soru soracağım." demiş;

> 1-Bu kadar yıpranmış olmanız gerekirken oylarınız nasıl oldu da arttı?

> 2-Özelleştirme adı altında bütün önemli kurumları yabancılara

sattınız, bunlardan ne kadar para kazanıldı?

> 3-Bu paralar nerde?

> Tam bu sırada zil çalmış. Başbakan, "2.derste devam ederiz" deyip

çıkmış. Derse yeniden girince "nerde kalmıştık" diye sormuş. Bu sefer

DURSUN ayağa kalkmış;



"Bizim sorularımızı cevaplayacaktı nız" deyince, Başbakan "iyi sor

bakalım" demiş. DURSUN, "Size 5 sorum olacak" :

1-İktidarda yıpranmış olmanıza rağmen oylarınızı nasıl artırdınız?

2-Bütün önemli kurumlarımızı sattınız? ne kadar para kazanıldı?

3-Bu paralar nerde?

4-Tenefüs zili neden yarım saat erken çaldı?

5-TEMEL nerede?

25 Ocak 2011

Şeriata 2 yıl kaldı!

Bu sabah mail kutuma gelen bu yazıyı paylaşıyorum...

------------------------------------------------------------
Şeriata iki yıl kaldı...
2.5 yil once listeye gonderilen bir mesajda ozetle:

"Seriat onundeki uc engel icin sunlar yapilacak:

Birincisi muhalefeti susturmak, Ataturkculeri sindirmek. Kalan Atatukculer ve ulusalcilari ortadan kaldirmak.

Ikıncisi Orduyu etkisiz hale getirmek.

Sonuncusu Mustafa Kemal Ataturk'un defterini durmek.

Ortalik sutliman oldugunda Anayasa degistirilecek, ilimli islam olarak takdim edilecek plan seriat adim adim uygulanacak,

Fethullah ulkeye geri donecek, dini lider olarak seriat duzeninde gorevini surdurucek.

Kurdistan kurulacak" denmişti.

Bugun:

Aczimendi lideri Muslum Gunduz'un TV de ifade ettigi gibi Kemalist laik rejim yikilmak uzeredir. Bir yillik omru kalmistir.

Muhalefet susturulmustur.

Ordu etkisiz hale getirilmistir.

Ataturk'un defteri durulmustur.

Seneye:

Mukerrer oylarla, bilgisayar oyunlariyla, bindirilmis tarikat kitalariyla, tava, tencere, patates, seker, un, yag, nohut, fasulye, mercimek, pirincle, kira yardimlariyla, is olanaklariyla secimde AKP % 50 den fazla oy alacak.

Secimden sonra mecliste dinci-bölücü isbirligi ile yeni bir Anayasa yapilacak. Bunun anlasmasi Fethullah ve Bolucubasi arasinda gecenlerde imzalanmistir.

Kurtce 2. resmi dil olacak, Kurtce egitim, yargilama vb serbest olacak, belediyelere genis yetkiler verilecek, hatta belediye zabitalari kentsel guvenlikleri saglayacak, bolucubasi once ev hapsine cikarilacak sonra tamamen serbest kalacak, boylece once federe sonra bagimsiz Kurt devletinin alt yapisi olusturulacak, gizli gorevi olasi TSK mudahalesine engel olmak olan TSK dan bagimsiz sInIr ordusu kurulacak, bu ordu ve polis agir silahlarla donatilacak ve TSK'dan guclu hale gelecek, alevi acilimi adi altinda din dersleri gecici olarak zorunlu olmaktan cikarilacak, "mecburen Tekke ve Zaviyeler yasasini ortadan kaldirmamiz gerek" denilip cem evleri serbest birakilirken dergahlar da serbest birakilmis olacak, tarikatler gun yuzune cikacak, medreseler kurulacak, turban tum kamusal alanda dahil olmak uzere her yerde serbest kalacak, anayasanin laiklikle ilgili tum maddeleri kaldirilacak vb.

Baskanlik sistemi getirilecek RTE'ye baskanlik yolu acilacak.

Ertesi yil:

Kademeli mahalle baskilariyla kadinlarin, kizlarin basi acik gezmeleri, alkollu icki satisi, ickili lokanta ve barlar tarihe karisacak. Tum kadin ve kizlarimiz tedricen kapanacak. Namaz saatleri memurlarin ve iscilerin dinlenme saati olacak. Resmi tatil Cuma - Cumartesi olacak. vb. Sonunda cem evleri kapatilacak. Okullarda din dersi tekrar zorunlu hale gelecek, bu derslerde uygulamali namaz kilma ve Kur'an okuma ogretilecek.

Alevi ve laik devlet taraftarlari icin Turkiye yasanmaz hale gelecek.

Şeriat yumurtayla önlenemez. Öyle bir duruma gelindi ki kafaya yumurta atanın kafasını kıracaklar.



"Demokratlara, laik devlet taraftarlarına geçmiş olsun."

Kazmayı Bombaya vuranlar... / Ali Serdar Bolat




Poyrazköy Davası duruşması. 12 Ocak 2011.
Sözde SAT komandoları darbe yapmak için silah gömmüş. İşte hikayesi:
Bomba İmha ve İnceleme Şube Müdürlüğü'nde görevli Polis Memuru Fevzi Fidan tanık olarak dinlendi.
Mahkeme huzuruna çıkam polis memuru süklüm püklüm duruyordu.
Sorulanlara çoğunlukla "Bilmiyorum, hatırlamıyorum" diye cevap veriyordu.
Hakimler de "Bilmiyorsan bilmiyorum de" diyerek tanığın cevap vermemesi için yardımcı oluyorlardı.
Sanık avukatları, gömülü silahların araması ile ilgili bir fotoğraf gösterdiler.
Fotoğrafta bir kazma vardı. Avukatlar: "Bu kazma burada niye duruyor, aramada kullanıldı mı?" diye sordular.
Tanık polis memuru: "Arkadaşlar oraya getirmşiler ama kullanılmadı" diye cevap verdi.
Bu arada beklenmedik bir şey oldu.
Tanığın dinlenmesi bitmeden duruşma ertesi güne atıldı. Bu, görülmemiş bir uygulama.
Ertesi gün tanık tekrar geldi.
Ama bu defa dimdik duruyor, kendinden emin. Bir gün önceki zavallı duruşu yok olmuş.
Avukat bugün başka bir fotoğraf gösterdi:
Gömülen silahların olduğu yer kazma ile kazılıyordu.
Avukat sordu. "Hani kazma kullanılmadı demiştiniz. İşte kullanılmış"
Polis memuru bir an durakladıktan sonra yine kendinden emin bir şekilde cevapladı:
"Evet ama mühimmatın olduğu yeri sarı bantla çevirmiştik, bantın dış tarafı işaretleniyordu kazma ile"
Avukat bu defa başka bir fotoğraf gösterdi

Bu fotoğrafta bir polis memuru bombanın tam üzerine kazma ile vuruyordu.

Avukat: "Patlamayacağını biliyor muydunuz?" diye sordu.

Tanık polis memuru kızarak: "Biz mesleğimiz için canımızı feda ederiz" diye çıkıştı.

Bombaları kendileri gömmüşlerdi.

Mühimmatın gömüldüğü yer dere yatağı idi.

Silahlar sular içinden ıslak olarak çıkarıldı.

Bombaların patlamayacağını bildikleri için korkmadan kazma ile bombanın gözüne vurabiliyorlardı.

"Canını mesleği için feda etmek" palavra idi.

Bomba ortaya çıkmış. Bu durumda bomba imha uzmanı gelir, patlatmamaya çalışarak etkisiz hale getirmeye çalışır.
Göz göre göre bombanın gözüne kazma ile vurulur mu?

Polis memuru Fidan'ın pervasız bir şekilde yüksek sesle konuşmaya devam etmesi üzerine avukat şüphelendi ve sordu:

"Silahınız üzerinizde mi?"

Polis memuru "Evet" diye cevapladı

Hakim: "Mahkeme salonuna silahla girilmeyeceğini bilmiyor musunuz?"

Tanık polis: "Biliyorum ama unutmuşum"

Ama mahkeme heyeti ne polisin silahını aldı, ne de hakkında bir işlem yaptı.

Ergenekonculara karşı savaşan kahraman polislerimiz her türlü kanunsuzluğu yapabilirlerdi.
bir gün önce süklüm püklüm duran polisin bugün niçin aslan kesildiği anlaşılmıştı. Bugün silahlıydı.

Ya kendini fotoğraflarla sıkıştıran avukatlara kızıp çekip vursa idi?

Mahkeme heyeti, tanık olarak dinlenen polislerin salondan çıkmasına izin verdi.

İfade vermiş olan polisler, dışarıda ifade vermek üzere bekleyen polislerle görüşüp ne sorulduğunu nasıl cevapladıklarını anlattılar.

Avukat Celal Ülgen: "39 yıllık avukatlık hayatımda ilk kez tanığın duruşma salonunun dışına çıkmasına izin verildiğini gördüm" dedi.


Bu davalarda hukuk olmadığı, kanun olmadığı, savcı, hakim ve polislerin ortak çalıştığı bir kere daha görüldü.
Hanefi Avcı ne demişti:
"Gördükleriniz savcı, hakim ve polis değil, bir örgütün elemanlarıdır"

ÖĞRETİM ÜYESİNDEN REKTÖRLERE...

BRAVO...
-------------------------------------------------------------

Sayın Rektörler,


1. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başkenti Ankara'dır. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı resmi işerini Ankara'da yürütür. Üniversite rektörleriyle toplantı yapacağı zaman, bilime saygı gereği, onları ayağına çağırmaz. Toplantı ya Ankara'daki üniversitelerden birinde (tercihen en eskisinde), ya da YÖK'de yapılır, Sayın Başbakan oraya teşrif buyurur. Sayın Rektörler, sizin İstanbul'da, Dolmabahçe sarayında ne işiniz var? Sizler Türkiye Cumhuriyeti'nin üniversitelerinin rektörleri misiniz, Osmanlı'nın medreselerinin eminleri mi?

2. Dışarıda öğrencileriniz, yani Türk halkının size emanet ettiği çocukları cop, tekme, gaz bombası vd. yöntemlerle öldüresiye dövülür, dahası cinsel tacize maruz kalırken, sizler içeride bu olayların baş sorumlusuyla birlikte olmaktan hicap duymadınız mı?

Ben sizlerden hicap duydum ve sizleri kınıyorum.

Prof.Dr.Süleyman ÇELİK


Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi


Samsun Akademik Elemanlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

13 Ocak 2011

İNSANDAN DAHA KIYMETLİLER!




İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ HASDAL HAYVAN BARINAĞI'NDA DEHŞET


Aylarca Kadir Topbaş ekibinin Hasdal barınağında saçtığı dehşeti gösterebilecek kanıt topladık.

Bütün bu kanıtların gün ışığına çıkma zamanı geldi.

İstanbul BB başkanı aleyhine yasal işlem başlatacağız ancak bu davayı bir Facebook kampanyası ile desteklemek istiyoruz.

Aşağıdaki resimler, İstanbul Hasdal barınağında hayvanlara nasıl davranıldığını gösteriyor. Elimizde buna benzer çok sayıda resim ve video var, bunları savcıya sunacağız.

Bir dahaki belediye seçimlerinde etkili olmaları amacıyla bu resim ve videoları tek tek Facebook’ta yayınlayacağız.

İstanbul’da çok sayıda hayvan sever var. Artık seslerini gerçekten duyurmalarının vakti geldi.

Bu yıl, Türkiye’de bir şeyleri değiştirmeye odaklanacağız. SİZler olmadan bunu başarmamız mümkün değil... Bunu gerçekleştirmek için hepinizi yanımızda görmemiz gerek.

Lütfen bu post ve resimleri paylaşın.

VE KADİR TOPBAŞ'a Tepkinizi gösterin...

Kadir Topbaş: + 90 212 4552140 Email: baskan@ibb.gov.tr

Bu kampanyayla ilgili son bilgileri takip etmek için Let’s Adopt Core sayfasındaki email listesine kaydolun.

SİZE İHTİYACIMIZ VAR, TÜRKİYE’DEKİ HAYVANLARIN ONLAR İÇİN BİZİM YANIMIZDA SAVAŞMANIZA İHTİYAÇLARI VAR... http://www.facebook.com/group.php?gid=223594502500 adresinden Let's Adopt Türkiye grubunda bize katılın.

Sevgiler,
Viktor Larkhill



.

12 Ocak 2011

AKBANK VE VODAFONE HAKKINDA BİR UYARI MAİLİ...

TÜRK VATANDAŞLARININ DİKKATİNE;




BAZI BANKALARDAKİ BİRİKİMLERİNİZ GÜVENCE ALTINDA DEĞİL…



NEDEN Mİ…… ?

06.12.2010 Pazartesi günü Saat 15.00 sıralarında eşime ait VODAFONE faturalı SİM kartına sahip telefonda ŞEBEKE YOK ibaresi belirdi. Telefonu birkaç kez açıp kapayarak sorunu gidermeye çalıştık ama başarılı olamadık. Bu tür durumlar ile ilk defa karşılaşmamamız ve eşimin babasının ağır bir hastalık nedeni ile yoğun bakımda yatması ve onun yanında sürekli vakit geçirmemizden dolayı fazla ilgilenmedik. Zaten beraber olmamız ve ona ulaşamayanların bana ulaşabilmeleri nedeni ile haberleşme açısından sıkıntı çekmedik. Ancak ertesi günde arıza olarak değerlendirdiğimiz sorunun geçmemesi üzerine VODAFONE Müşteri Hizmetlerini aradım ve telefonda ŞEBEKE YOK ibaresi olduğunu belirttim. Bana telefonu açıp kapamamı eğer sonuç aynı olursa SİM KARTI çıkartıp başka telefona takmamı söylediler ve aradığım için teşekkür edip telefonu kapattılar. Söylediklerini aynen yapıp sonuca ulaşamadığımı görünce bir VODAFONE Bayisine giderek yeni bir SİM KARTI alma yolunda karar verdik. Aynı gün yani 07.12.2010 tarihinde tekrar hastaneye giderek eşimin babasını ziyaret ettik. Doktorlardan bilgi aldık ve sonrasında VODAFONE bayisi bulmak amaçlı yola çıktık. Eşimin ailesinin yaşadığı GÖKTÜRK’ de bayi olduğunu biliyorduk. Yolculuk esnasında benim telefonuma İNG BANK Şubesinden bir telefon geldi. Eşimin bu bankada bulunan kurumsal hesabına her zamankinden farklı bir IP numarasından giriş yapılmaya çalışıldığını bu nedenle hesabımızın otomatik olarak BLOKE edildiğini bildirdiler. ACİL durumlar için benim telefonumu almışlar ve eşime doğal olarak ulaşamayınca beni aramışlardı.



O anda aklıma AKBANK’ taki hesabımızda geldi. ACİL olarak AKBANK ALKENT Şubesini aradığımızda 06.12.2010 tarihinde saat 15.15 sularında hesabımıza girilerek VADELİ ve VADESİZ hesaplarımızdan toplam 24.840.- TL sının İŞBANKASI Parmakkapı Şubesine gönderildiğini öğrendik. Yani atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmişti.



Kafamızda oluşan birçok soru ise VODAFONE Bayisine gittiğimizde cevaplarını bulmaya başladı. Zira buraya yeni SİM KARTI için başvurduğumuzda; 06.12.2010 tarihinde bir başka VODAFONE Bayisinden SİM Kartımızın kopyalandığını öğrendik. VODAFONE müşteri Hizmetlerini aradığımızda da bizim sayemizde onlar öğrenmiş oldu. Diğer Bayisi ile yaptıkları telefon görüşmesinden sonra da konuyu SAVCILIĞA bildireceklerini ve kendilerinden haber beklememizi söylediler.



Bu olayları öğrenme sürecimizin saat 18.00 sonrası olması nedeni ile Cumhuriyet Savcılığına başvuruyu bir sonraki güne yani 08.12.2010 tarihine erteledik.



Aynı gün AKBANK’ a bir dilekçe vererek hesabımızdaki paraların aktarılması konusunda şikayette bulunduk ve İNGBANK örneğini vererek bizim güvenliğimizi yeterince sağlayamadıklarını bunun bir bankada sağlanabilirken diğerinde sağlanamamasının AKBANK ile ilgili bir zafiyet olduğunu belirterek zararımızı tazmin etmelerini talep ettik.



VODAFONE Firmasına da bu konu ile ilgili bana dönüş yapmadıkları için; ne yapmam konusunda bilgilenmek amacı ile Müşteri Hizmetlerini aradığımda her hangi bir muhatap bulamadım. Bu firmada üst düzey tanıdıkları olduğunu bildiğim bir arkadaşımı arayarak yardım rica ettim ve kendisinin ilgisi ve yardımları sayesinde bu firmanın Dolandırıcılık Hizmetleri Müdürü ( FRAUD Departmanı ) tarafından 08.12.2010 tarihinde arandım. Son derece nazik bir şekilde; konu ile ilgilendiklerini kopyalamanın gerçekleştiği bayi ile temasa geçilerek ilgili bilgilere ulaştıklarını bizim her hangi bir başvuruda bulunmamıza dahi gerek olmadığını, bizim düzenli olarak aranarak bilgilendirileceğimizi belirtti.



08.12.2010 tarihinde Avukatımız tarafından hazırlanan dilekçe ile Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığına 2010/34799 nolu başvurumuzu yaptık. Burada Savcıdan öğrendiğimiz kadarı ile bu tür bir dolandırıcılık olayı ile ilk defa karşılaşıldığı ve SİM KARTI kopyalayarak Banka Hesaplarına ulaşılmasının kendisine ilk defa başvuru olarak iletildiği idi.. Bu da bizde belki de ilk kurbanlardan olduğumuz kanısını uyandırdı.



O tarihten sonra 09.12.2010 tarihinde AKBANK Merkezinden arandık. SAVCILIĞA başvuru numaramızı öğrenerek bize döneceklerini bildirdiler. Aynı gün akşam üstü saatlerinde de VODAFONE’ dan aranarak konuyu komisyona götüreceklerini belirttiler.



Daha sonrasında ise bu iki güzide şirketimizden en ufak bir geri dönüş almadık. Sabırla bekleyerek günlük ticari faaliyetlerimizi sürdürdük. Avukatımız da bu 2 firma ile ilgili yasal işlemler için biraz beklememiz konusunda bizi telkin etti.



17.12.2010 tarihinde daha fazla beklemeye tahammül edemeden; önce VODAFONE Fraud Departmanı Şefi ile bir telefon görüşmesi yaptım ve sıkıntımı hiçbir haber almadığımı ve rahatsızlığımı ilettim. Aynı gün AKBANK ALKENT Şb. Müdürüne de habersiz kalmaktan yana olan rahatsızlığımı belirttim.



Bu iki güzide şirketin müşterilerinin güvenliğine verdikleri önemin, büyüklükleri ile aynı oranda olacağını düşünerek zararımın tazmini konusunda gerekeni yapacaklarını ve konuyu bir anda abartmamam gerektiğini düşündüm.



Ve nihayet 17.12.2010 akşam saatlerinde VODAFONE Soruşturma Müfettişi tarafından aranarak Kopyalama işlemini gerçekleştiren bayilerinin çok güvendikleri bir bayi olduğunu ve yaptıkları kopyalama işleminde her hangi bir kusur bulunmadığını zira gidenlerin Nüfus Cüzdanı ( SAHTE ) ile gittiklerini bayilerinin bu cüzdanın sahte olup olmadığını bilmesinin mümkün olmadığını üzerindeki bilgilere göre hareket ettiğini bu bilgilerinde VODAFONE Merkezindeki bilgiler ile uyuştuğunu ama bu sahteciliği gerçekleştirenlerin 5 ayrı kameradan çekilmiş görüntüleri olduğunu bu görüntü kayıtlarını savcılığa talep ettiklerinde vereceklerini belirtti. Benim zararım konusunun da şirkete yazılmış olan dilekçeme bugün itibari ile ( 29.12.2010 ) her hangi bir yazılı cevap alamadığım gibi arayan bile olmadı.















18.12.2010 tarihinde de AKBANK Genel Müdürlüğü bir yazı ile bankada ki işlemlerin doğru şifre ile girilerek yapıldığını hangi IP numarasından ( bana ait değil ) giriş yapıldığını uzun uzun yazarak ve bu konu ile ilgili her hangi bir sorumlulukları olmadığını belirterek Savcılığa her türlü yardımda bulunacaklarını ancak bizim maddi zararımızdan sorumlu olmayacaklarını belirttiler.



Yaklaşık 20 günlük beklemenin sonucunda; iki güzide şirketimizin müşteri güvenliğine verdikleri önem ve ihtimamın hangi düzeyde olduğunu bu şekilde çarpıcı olarak öğrendik.



Artık bu konu ile ilgili HALKIMIZI UYARMA ve HAK arama zamanımızın geldiğini düşünerek harekete geçtik. İlk olarak bir TV Kanalının Ana Haber Bülteni için bir röportaj düzenlendi. O röportajı sadece HALKI bilinçlendirmek ve uyarmak için yaptım. Şimdi de mail ortamında bu yazıyı mümkün olduğu kadar çok kişiye ulaştırmaya çalışacağım.



Gelelim ÇİFTE STANDARTLARA…



Aynı gün içerisinde İNG BANK tarafından farklı bir IP numarasından giriş yapıldığı kurdukları güvenlik sistemi tarafından fark edilerek hesaplarım BLOKE ediliyor ve KORUNUYORUM üstelik hangi IP numarası ile giriş yapıldığı dahi bildiriliyor. Öteki tarafta AKBANK hesaplarıma girip VADELİ hesabım bozuluyor para VADESİZ hesaba aktarılarak 2 ayrı şekilde başka bankaya transfer ediliyor ve AKBANK bunu benden öğreniyor.



VODAFONE’da SİM KART kopyalanmasından 10 dakika sonra hesaplarımıza girebiliyorlar.. TURKCELL de ise SİM KART kopyalanmasından sonra 3 gün boyunca banka işlemi yaptırılmıyor.



Güvenliğimiz için yapılabilecek varken ( örnekleri yukarıdadır ) bu iki güzide şirketimiz bu yatırımları yapmıyor. Bu yatırımlar için gereken maddi tutarların kat be kat fazlasını ödeyerek televizyon reklamları yapıyor ve HALKI onlara güvenmemiz konusunda ikna etmeye çalışıyorlar. Sonra bizim gibi SAF ve güvenen insanların başına yukarıda belirtilen işler geldiğinde de valla görüntü verelim hem de 5 ayrı kameradan çekilmiş veya valla doğru şifre ile girmişler bizim sorumluluğumuzda değil diyorlar.



Şimdi bu iki firmada reklamlarında KIRMIZI rengi ÖN plana çıkarıyorlar ve çok doğru yapıyorlar çünkü kendilerine güvenen insanların bu güvenlerinin SİNİRDEN KIP KIRMIZI olarak sonuçlanacağını peşinen ilan ediyorlar.



Bu yazı her hangi bir maddi tazminat için değil; Türk Vatandaşlarının tehlikenin farkında olmaları için kaleme alınmıştır. Zira her iki firmaya da dava açılarak konu TÜRK ADALET SİSTEMİNE havale edilecektir. Bu nedenle ne kadar çok kişiye ulaşırsa o kadar çabuk önlemler alınır ve vatandaşların zarara uğramaları engellenir.



En Derin Saygılarımla



Artun ÖZŞAHİN







.

BİR ÖĞRETMEN'DEN MEKTUP VAR... LÜTFEN ÜŞENMEDEN OKUYUN!

Güneydoğu'da kendisi öğretmen, eşi subay olarak görev yapan bir öğretmen, yaşadıklarını ve duygularını kaleme aldı. Bu mektup, okuyan herkesi sarsacak. Kimi "İşte güneydoğu ve kürt gerçeği" diyecek, kimi de "Bu hoca kesin Ergenekoncu" diyecek.




Bu mektubu okuyun, siz kendi kararınızı karar verin:



" Eğer tayini Doğu'ya çıkan herhangi bir memursanız, karşılaşacağınız Batıdaki hayattan çok farklıdır.Öncelikleriniz değişir, sizle beraber sizi tanıyanların ve ailenizin de ayni şekilde. Anne baba ve yakınlarınızın gözü televizyonda kulağı radyodadır.



Evet, çok zor Doğu'da Batılı olmak..Memur olmak..Polis, asker, doktor hemşire öğretmen ve hatta bunlardan birinin eşi olmak.Ben Yüksekova’da yaptım doğu görevim, sık sık da Van ve Hakkari’ye gittim.Bu yazdıklarım oralarda hayatı paylaştığımız tüm arkadaşlarımın ortak duygularıdır!



Biz daha gelmeden Güneydoğu için,’çok fakirlik var’ denmişti. Oysa Yüksekova’da büyük kentlerde bile zor görülen son model lüks arabalar, cipler vardı.



İlk günlerde en çok dikkatimi çeken, devamlı her tınısını ve nerdeyse sözlerinin tamamını öğreneceğim 'Gerilla şarkıları' dinletildi bize.



Benim için, bir öğretmen olarak, hele hele Ata'nın adını taşıyan bir ilkokul,lise ve üniversite bitirmiş, bir öğretmenseniz.. Ülkenin her yanı eşittir sizin için. 'Her ne olursa olsun, tüm çocukların eşit ve feda edilemez olduğudur''beyninize kazılan. Onların ihtiyacı öğretmense, doktorsa, polisse, askerse hepsi var orada. Yokluk da var; ancak Kayseri'de, Çorum'da, Adana'da Gümüşhane'de, Sivas’ta olduğundan daha fazla değil.



Siz gitmeden bölgeye namınız gider: 'bilmem nereli öğretmen, bilmem kimin karı(!)sı' Size hoş geldin denmez…Batılı meslektaşlarınız selam vermek için, öğretmenler odasında oralı öğretmenlerin olmadığı anları kollarlar.Öğretmenler odasında sessizlik hakimdir..Yorum yapılmaz espri kaldırmaz tuhaf bir gerilim vardır havada.Adını koyamazsınız..



Şaşıp kalacağınız yutkunduğunuz çok anlar yaşarsınız bölgede: Hele halkın içindeyken, içinde eşinizin olduğunu düşündükleri helikopterin düşmesi için ellerini birleştirip gözlerinize baka baka :''Allah'ım inşallah düşer!'' Derler. Ülkemin her yanında öğretmenler çocukları eğittiği için saygı görür. Ama burada bırakın takdir edilmeyi, aşağılanma, hakaret, taciz her şey yaşadık biz...



Sabah erken okula vardığınızda;yakınlarında taş biriktirmiş bekleyen çocuklar görürsünüz.Nedenini sorduğunuzda size mantıklı bir cevap veremeyen, öğrencinizle göz göze geldiğinizi düşünün bir...Çelik gibi sinirleriniz olmalı..



Beşikten gelen bir düşmanlıkla büyütülen, her üniformalıyla korkutulan çocuklar. Dillerini ancak okula başladıklarında zar zor öğrendikleri, kendilerinden çok farklı sandıkları bir milletin memurlarına karşı geliştirilmiş bir duygusal siper vardır. Sadece 2 yılımı bir kız öğrencimi gülümsetmeye harcadım! Benimle gülümsemedikçe ne dediğimi anlama isteği duymayacağını kendimden bildiğim için.



Okulda yerli meslektaşlarınız, öğretmenler odasında Batılı öğretmenlerin artmasından rahatsızlık duyar. Daha sonra samimi olmayı ve samimiyetine güven duymayı öğrendiğim oralı bir meslektaşım 'ben gelemem sizlerin de olduğu yerde, ezik kalırım aykırı dururum' demişti çekinerek. Benimle aynı eğitimi almış, çok kaliteli sevdiğim bir öğretmendi kendisi. Bayramlaşmayı neden hep okulda yaptığımızı, birbirimize gidip gelebileceğimizi söylediğimde okulun kantincisi olan bey:' Siz bize gelin hocanım, biz sizin oraya (lojman) girerken çıkarken görülürsek, başımız belaya girer' demişti.



Eylem olacağı zaman tüyo gelir. Okul saatlerinde duyum alınmış ve okulu terk edip hemen kendimi lojmana atmam söylenmişti. Daha ilk ayımdı orada. Müdür beye ilettim,'durmayın eylem hazırlığı varmış' dedi. Eylem olduğunda şunlar olasıdır: Memurlar dairelerde kısılır kalır. Şanslı olanlar öğretmenevi, eş-dost evine, polis noktasına sığınır.



Kendi ülkenizde trajikomik bir durum değil mi? Asla toplanılacak ev, bir uzman çavuş evi olamaz çok tehlikeli ve saldırıya açıktır. İlçede sivil bölgede ev tutmuşlarsa en çok onlar tehdit altındadır. Ev sahipleri bir gün ya ‘evi boşalt ya da’ deyiverirler. Bekar öğretmenler erkekse şanslıdır. 5-10 demez küçücük bir evde kalırlar.



Bayan arkadaşlardır asıl mağdur olanlardır. Okulunuz taşlanıyorsa ve çıkamadıysanız ya içeride güvenebileceğiniz dostlarınızla olmanız lazım gelir. Ya da Allah'a dua etmekten başka çareniz kalmaz.Kadın öğretmenler oraya onların çocuklarını eğitmeye gitmiştir. Ama Her yerde saygısızlığa, tacize maruz kalırlar. O nedenle toplu gezer topluca ayni evde kalmaya gayret ederler.



Yaşadığım bir olay: Okulun kapısına çıkmamla bir taksiye denk gelerek elimi kaldırdım, adamcağızın gafletinden de yaralanarak bindim. Parayı hemen uzatarak soldan aksi istikamete dönmesini rica ettim. Bir 5 metre gitmemiştik k, lojmanlara gideceğimi söylememle birlikte beni taksiden zorla indirdi...’BAŞIMI DERDE SOKMA BENİM! Diye de bağırdı.



İlk aylar eşimi de benim gibi öğretmen sanırlarken esnaftan yana sıkıntımız olmadı. Bir iki ay içerisinde kim olduğu öğrenildi. Asker eşiydim, eşimin infaz listesinde adı bile çıktı bir terörist cesedinden. Neyse, o ilk aylar ekmek almayı tercih ettiği fırına Ramazan akşamı girdiğimde, fırıncıdan 'pide kalmadı' cevabını aldığımda şok oldu. Perde arkasındaki dizili pide ve ekmekleri görmüştüm. Gözümün içine bakarak o unutulmaz cevabı suratıma yemiştim: SANA YOK!



Yine Ramazan ayıydı, iftar saatine yakın bir gürültü duyduk.O fırından pidelerini aldıktan sonra evlerine iftar açmaya giden iki uzmanımız havaya uçuruldu. Birini kaybettik. O gün bir daha çöp konteynırlarının yakına park etmek ne kelime yakınından geçmemem.



Bölgede yaşam hepimiz için bildiklerimizden farklıydı.Hiç bir anne benim yaşadıklarımı yaşamak zorunda kalsın istemem. Lojmanların içerisinde korunaklı (yani yoldan geçen bir araçla yapılabilecek bir saldırıda 'menzil dışı' ) sandığımız çocuk bahçesin. Oynayan oğlumu seyrederken; kolundaki bileklikten adını sildirip, kan grubunu yazdırmanın daha faydalı olacağını düşünürken yakalamıştım kendimi.



Bir pazar öğleden sonrası trafikçi bir polis memurunu havaya uçurulmuştu. Camlarımızın zangırtısıyla çocuk parkının isabet aldığını sanarak, apartmandaki annelerin merdivenlerden feryat ederek çocuklarına koşuşlarına şahit olmuştum. Bazen bir patlama olduğunda hele ki dışarıdaysam, eşim benim için, bense içerde bıraktığım oğlum için perişan olurduk sağ haberi alıncaya dek.



Aslında gece çıkan çatışmaları gelen giden helikopterlerin sesinden, eşinizin eve gelmemesinden bir şeylerin ters gittiğini anlarsınız.Telefonlarınız kesiktir. Jammerdan olmasını umarsınız. Frekansların sizinkilerce kesilmiş olmasını dilersiniz.



Operasyonlarda ceplerle birbirimizin eşinden sağlık haberi almaya çalışırken, karşı tarafın da dinlemiyor olmasını dilersiniz. Ki konvoya bir saldırı olmasın. Komutanlar gece karanlığında sessizce dönerler evlerine. Apartmanda ayak seslerini dinlersiniz. Postal sesini eşinizinkiyle uyuşması için beyninizi zorlarsınız. Ve aynı apartmanda başka dairenin kapısında postal görürseniz, içten içe sizinki gelmediği için onları kıskanırsınız.



Aileniz sizi aradığında, metanetli konuşmak zorundasınızdır. Hem onları endişelendirmemek hem de örgütten dinleyen varsa onları mutlu etmemek, bilgi vermemek, hem de akıl sağlığınıza mukayyet olmak içindir bunlar.



Pencerenizden çatışmadan getirilen cenaze ve yaralıları, bunların taşınışını ve bir sigara bile yakmak için durmaksızın koşuştuklarını görürsünüz. Az önce cenazesini indirdiği arkadaşının yerine, gidecek timle beraber elleri titremeden dizleri çözülmeden; ve abartmıyorum bir salise duraksamadan tekrar helikoptere atlayanlara bakarsınız. Sonra hiç bir anormallik yokmuş gibi, oğlunuz o manzaraya şahit olmasın diye uzaklaştırırken pencereden, diğer yandan ailenize akrabalarınıza tesadüfen aramış dahi olsalar MIŞ MİŞ gibi yapmanız gerekir.



Ağlamamış gibi, içiniz 1000 parçaya parçalanmamaktaymış gibi, sanki geceleri yataktan sıçramıyormuşsunuz gibi! Geceleri dinlediğimiz çatışma ve helikopter seslerini o kadar kanıksadığımı, bir gece sessizlikte uyanıp 'acaba baskın mı yedik? Nöbetçiler mi uyudu?' diye korktuğumu unutamam..



Karanlığın bu yüzünü hiç bilmezdim. Mesela karartma yapılacağını önceden bilemezsiniz. Önceden çamaşır, bulaşık, ütü, banyo, ev temizliği, ders hazırlığı, sınav kağıdı ne işiniz varsa halletmiş olmanız gerekir, gündüz elektik varken..Her şeyi bitirmiş bile olsanız karanlıkta mumlarınız yeterince ışık vermez. Gece bebeğinize süt hazırlamanız gerekmekteyse yandınız vay halinize!



Dışarı ışık sızmasın diye karartmalarda camlara battaniye astığımızı, belki birkaçınız bilir., Ama ben bunun, saldırıda camlar patladığında kırıklardan korumak için de kullanılan ilkel bir yöntem olduğunu lojmanımız roketlendiğinde öğrendim..



Tv izliyorum, var mısın yok musunun reklam arasında, yolun tam karşısındaki bir evden 3 roket atıldı. Camın önünde, nöbetçi olan eşime çocuğu yeni yatırdığımı söylerken..Daha uykuya dalmakla dalmamak arasındaydı yavrum.(Bu nedenle halen anksiyete tedavisi görüyor). Roketlerden İlkinin havada süzülüşünü görüp 'SEN TOP ATIŞI MI YAPTIRIYORSUN?' demiştim eşime. ilki açığa düştü gürültüyle, eşimin hayır! Dediğini ve askerlere emirler vererek koştuğunu duyuyordum.



Elim kulağımda oğlumun odasına koşup onu yorganla kucakladığım gibi, penceresiz olan tek dört duvarlı yer sayılacak banyoda emniyetini sağlarken, diğerlerinin nasıl bir kavis ve ışıkla hedefe ulaştığına şahit oldum.



Sonra sessizlik..Oyun oynadığımızı söylediğimi hatırlıyorum taşırken oğluma..Sımsıkı sarıldığımı da..Telefon irtibatı kesilmeden ne olursa olsun aileme haber verme alışkanlığı edindim. Sms'le, kısa ve net: BİZ İYİYİZ MERAK ETMEYİN!



O esnada onları korkutmaktan ve kendini yalnız hissetmemek adına yapılan bir alışkanlık. Ben o mesajı attığımda hayattaydım. Çünkü evladını kaybeden bir babanın 'şehit olan oğluyla, en son 1 hafta önce konuştuğunu' söylediğinde, ailemi endişelendirmemekten daha kötüsünün; altyazıyı okuyup da telefonla bize ulaşamamaları olduğunu öğrendim.



Ne o günün sabahı ne de Aktütün ve Gediktepe karakol baskınları... Çukurca, Şemdinli, mayınları gibi tekrar eden bir çok olaydan sonraki sabahlar, idari izinli olmama rağmen, işimi aksatmamaya dikkat ettim. Çocuklarım saydığım küçük Kürt talebelerimi ihmal etmedim. METANET..aslında burada daha farklı bir anlam içermekte..



Bize eşi asker polis memur olan herkese, bilhassa o şehit haberlerinin akabinde; işyerimize güler yüzlü inadına neşeli, makyajlı gitmemiz salık verildi. Haklılardı. O kanlı baskınlardan sonra örgütün her zırt pırt yıldönümünde, bebek katilinin Suriye'den çıkışı, yok efendim,yakalanışı gibi…1 Mayıs,nevruz gibi tarihlerde ama özellikle şehit verdiğimiz günün sabahı, başlayarak akşamına kadar lojmanların karşısındaki kolonlardan zorla dinletilen Gerilla(!) türkülerine katlanmak sadece metanet olamaz!



Bir kere çok mecbur kaldım.Her 2-3 ayda bir erzak almak (ve hatta nefes) için Van'a karayoluyla gideceğimizde (emniyetli günse ve konvoy varsa ancak) yazmayı adet edindiğimiz vasiyetimizde belirtmeme rağmen, aileme her ikimize de bir şey olduğu takdirde oğlumuzun kimler tarafından büyütülmesini istediğimizi ve ne olursa olsun üzülmemelerini söyleyiverdim. Babamın sesinin buğulandığını hatırlıyorum.



Bir kaç defa çocuğu aileme emniyette olacağı bir yere bırakıp da dönmeyi de çok düşünmüş ve konuşmuştuk. Arabada kendimizce önlemler alırdık,2,5 yaşındaki oğlum HER NE OLURSA OLSUN durmamamız gerektiğini gerekirse içeri istifra etmesi (süratli giderek o virajları almamız gerektiğinden) ya da tuvalet ihtiyacı duymaması konusunda sıkı sıkı tembihlenirdi.



Camları karartılmış ve dönüş yolunda artık sahte plaka takmak zorunda kalarak, yolculuk yaptığımız aracımızda her ikimiz de silahlı olurduk. Mermi her zaman namluya sürülü ve elimizin altında seyahat ederdik. Her virajın arkasında ne çıkacağını sizi neyin beklediğini bilmeden yol alırken hep bildiğim tüm duaları hatmederdim. Ve ne olursa olsun 2 mermiyi saklayacağıma söz vermiştim; bir şey olursa kaçamayacağıma, oğlumu da kurtaramayacağıma kanaat edersem, kendime ve yavruma sıkılmak üzere saklanacak son iki mermi. Helalleşilerek dönülen izinlerden sonra, tekrar oraya dönmesi en zoruydu. Öğrencilerimi okulumu arkadaşlarımı özlemiş olurdum ama beni bekleyenin tam olarak ne olduğunu asla bilemezdim…



Karlar altında geçmekte olan -20lerde seyreden günlerden birinde artık evde tutulmaktan iyice bunalmış olan oğlumu da aldım. Kantinin önüne kamyonet gelmesini fırsat bilerek dışarı çıktım. Kamyonet demek yeni mal geldi demektir. Oğlunuz için aylardır reklamlarda görülüp imrendiği çikolatayı bulma ümididir..Misafirliğe giderken giyilecek kadın çorabı kalmadığında kamyonet yolu gözlenir. Gıda şöyle böyle tamam da, oyuncak ve ihtiyaçlar hiç bitmez..



O akşam içerideki kalabalığı görünce kenarda beklemenin daha iyi olduğunu düşündüm. Ve aile kantininde bu kadar telaşla neden keklere bisküvilere meşrubatlara saldırırcasına hücum etmekte olan askerlerin, raf filan dinlmediğini aksine yağma edercesine boşalttıklarını izlemiştim. Anlam verememiştim.



Bir ara kasadaki bana seslendi :'hanıma yer açın önce o alsın, buyrun bayan?' sadece neler olduğunu sorabildim, aldığım cevapla afalladım. Göreve gidecek olanlar sırt çantaları çok ağır olmasın diye verilen kumanyayı yolda atıp, bunları yemeyi tercih ediyorlardı. Henüz 19-20 yaşında, lise öğrencilerinden daha güçlü gözükmeyen çelimsiz sıska Mehmetçiğin o telaşının arkasındaki gerçek beni kahretmişti.



Ekmek alarak dışarı çıktığımda ağlıyordum. Oğlumun 'elimi sıkıyorsun anne' sesiyle kendime geldim.Çok gücüme gitmişti,çocuk görünümlü çocuk ruhlu çikolata kapışan gülüşen Mehmetçikler..Baskınların ertesinde sessizlik hakimdir işyerlerinde çarşıda sanki hiç olmamış o canlar gitmemiş gibi.. Delirmeniz işten değildir. Geçmiş olsun var mı sizden zayiat? Densin, hatırınız sorulsun istersiniz. Ancak yalnızken koridorda yakalarlarsa sorabilir arkadaşlarınız: 'Dün eviniz roketlenmiş, nasılsınız var mı yapabileceklerimiz bir şey?' diye.



Eylem günleri okula gelmektense polis taşlamaya giden öğrencilerim de var.O gün öğreneceklerini kaçırdıklarından yakınan da. Ve beni hala arayıp soran, özleyen özlediğim ve bir şekilde birbirimizi sevmeyi öğretebildiğim öğrencilerimi de hatırlıyorum.



Yüksekova’dan ayrılırken, Allah'a emanet ettim oradakileri. Bayrağı da bir diğer öğretmene devrettim. Ama ban sorarsanız, ben eski ben değilim artık..Sırf bir polisle çıktığı için taranan öğretmen kızı nasıl unuturum? Ben yokken çocuğuma bakması için aradığım, her oralı kızın 'tehdit edildik abla kusura bakma' diye işi bırakmasını? Ancak bir korucunun kız kardeşine tek evladımı emanet edebildiğim günden sonra, o kızın da benim bir kardeşim olduğunu?



Hiçbir normal karne günü öğrencilerime karne veremedim. Milli eğitim tarafından ilçeye baskın yapılma olasılığına karşı, özellikle bayan öğretmenlerin can güvenliğini sağlayamama endişesiyle 'siz seminere katılmayın. Aslında ne kadar erken ayrılsanız o kadar iyi' dendiğini?Devletimin beni korumakla görevli polisinin değil beni, kendini koruyamayacak kadar aciz kaldığını.. Savciların elinin kolunun bağlı çaresizliğini…



Bunları Geride bıraktığımı sananlar var ama…



BIRAKMADIM BIRAKMADIK.



BİLENDİK AKSİNE.



HABUR’DAKİ PKK AÇILIM KEPAZELİĞİNİN ERTESİ GÜNÜ GÜLÜMSEMEKTE ZORLANDIM, NEFES ALMAKTA DA...



BİR EL BOĞAZIMI SIKIYORDU…



YARGI DEPREMİNİ…



İMRALI'IN TEHDİTLERİNİ HALA DUYMAK SİNİR ASAP BIRAKMADI BENDE..ARTIK YETER YETER YETER..



Aileler memurlar öğretmenler apar topar tahliye edildi …



Güvenlik güçlerinin ve askerin izinleri askıya alındı…



BİZ O TEHDİTLERE BOYUN EĞDİĞİMİZ GÜN ÖLDÜK..



Sadece cenazemizi kaldıracak kimsemiz yok..Ne o öğrenci çocuklarımın yüzlerini ne de o Mehmetçiklerin yüzlerini asla unutamayacağım



Oradayken 1Eylül barış günü kutlamalarına katılmak istemiştim hatta, ben de BARIŞSEVER bir insandım o zaman. (Ama bugün artık değilim çünkü beni ben'den aldılar!)



Ve hala yeni tayin olduğum bir Ege şehrinde bile bir çok psikolojik sorun yaşıyorum. Uykumda dinliyorum sessizliği ve sıçrıyorum. Eşim de çocuğum da aynen...



Hala orada görev yapan tüm memur ve güvenlik görevlilerine selam ve sabırlar diyorum.



Burada olmadığımız 3 yılda , sahillerdeki ve büyük kentlerdeki en güzel yerleri Kürtler almış.



ŞİMDİ SORMALIYIM: BİR TEK TÜRK, DİYARBAKIR’DA ŞIRNAK’TA, HAKKARİ’DE BİR BAKKAL DÜKKANI AÇSA KAÇ GÜN YAŞAR, YAŞATILIR? "