31 Mayıs 2012

İstanbul Tabip Odası Basın Açıklaması - Kürtaj ve Sezaryen




İstanbul Tabip Odası basın açıklamasıdır:


Sayın Meslektaşlarımız,


Bildiğiniz gibi Başbakanımız gündemleri saptırmakta ve değiştirmekte oldukça mahir birisidir. Aynı zamanda "İmam" ve "Hatip" olan başbakamızın sezeryan ve kürtaj ile ilgili açıklamaları ise öylesine söylenmiş sözler değildir. Kürtaj ve Uludere benzetmesi ve diğer açıklamaları Yeni Anayasa, Başkanlık Sistemi ve 2014 yılı Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ile doğrudan ilişkilidir. Artık gün gibi açık ki ülkemiz Amerika gibi iki partili( Cumhuriyetciler[CHP], Demokratlar[AKP])tek başkanlı( Recep Tayyip Erdoğan-2014-2023) bir otokratik sisteme yelken açmış durumdadır. Kaygımız bu gidişatın faşizme doğru evrilme sürecine girmesi ve demokrasimizin "ileri" değil "geri" bir yöne doğru gidiş sürecinin hızlamasıdır.


Başbakanın belli ki sürekli gündemde tutacağı bu konu hakkında İstanbul Tabip Odası ilk Basın BİLDİRİSİ'ni "BAŞBAKAN"A SORUYORUZ" şeklinde aşağıda ve ekte de göreceğiniz gibi kamuoyu ile paylaşmıştır.


Lütfen bu metni web sayfalarınızda sosyal medyalarınızda en geniş şekilde duyurunuz ve basın organlarında yer alması için caba sarfediniz.


Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği ile ORTAK BASIN AÇIKLAMASI hafta başında yapılacaktır.


BAŞBAKAN’A SORUYORUZ?


TIP FAKÜLTESİ MÜFREDATINI DEĞİŞTİRMEYİ DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?


ARTIK SEZERYAN VE KÜRTAJ DERSLERİ KALKACAK MI?


HEKİMLİĞİ NASIL UYGULAYACAĞIMIZA VE KADINLARIN BEDENLERİ UZERİNDEKİ TASARRUFLARINA ARTIK SİZ Mİ KARAR VERECEKSİNİZ ?


Sayın Başbakan, Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı’nın uygulanmasına ilişkin Uluslararası Parlamenterler Konferansında “üç çocuk” isteğini yineledi ve insanların kürtaj haklarını hedef alan şu sözleri söyledi:


"Türkiye olarak, çocuklar konusunda da büyük bir hassasiyet içindeyiz. Çocukları çok seviyorum. Ben ülkemde en az üç çocuk istiyorum. Çünkü genç dinamik bir nüfusa ihtiyacımız olduğunu biliyorum ve bu çalışmayı sürdürüyoruz. …Şunu da açıkça söylüyorum, sezaryenle ilgili doğumlara karşı olan bir başbakanım ve bunu bir cinayet olarak görüyorum. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok. Buna karşı çok daha duyarlı olmaya mecburuz. Buna karşı el birliği içinde olmak zorundayız."


Tıp eğitimi görmüş, ülkemizin sağlığı ile ilgili konuları zaman zaman değil sürekli olarak ana konumuz olarak benimsemiş kimseler olarak, Sayın Başbakanın bu konuda, halk sağlığımız açısından yarara değil, zarara yol açabilecek söylemlerinin yanlışlığını hemen düzeltmesini istiyoruz:


Kürtaj cinayet değildir : Bu güne kadar binlerce vatandaşımız, sosyal ve ekonomik açıdan uygun durumda değillerken oluşmaya başlayan gebeliklerine, yasaların onlara verdiği hakka dayanarak son verdirmişlerdir. Yurttaşlarımız bu hakka kavuşmadan önce, yani kürtaj yasakken istenmeyen gebelikler, şimdiki gibi hastane ve gerekli sağlık koşullarına sahip yerlerde değil, köşede bucakta, bilgisiz kimseler tarafından rahme olmadık maddeler sokularak giderilmekte ve bu tür işlemlerle sıkça ölümle sonuçlanan mikroplanmalara ve yaralanmalara yol açılmaktaydı.


Sezaryen ise bu güne kadar hiç kimse tarafından cinayet olarak tanımlanmadığı gibi hiçbir biçimde başbakan ya da bir başka siyasetçi ya da tıp dışı kişi tarafından değerlendirmeye tabi tutulabilecek bir konu değildir: Doğumlar, bebeklerin iri olmaları, annenin ve bebeklerin doğum sırasında yaşamlarının tehlikede olduğunun saptanması gibi durumlarda normal yoldan değil sezaryen ameliyatı yapılarak gerçekleştirilir. Bebeklerin normal yoldan doğmayacaklarında sezaryen yapılırsa cinayet işlenmiş olmaz. Anneler ve bebekler ölmekten kurtarılmış, bazen de bebekler, beyinleri vb. incinmeden dünyaya getirilmiş olurlar.


• Bir çiftin kaç çocuğa sahip olacağı, Başbakanın saptayacağı bir şey değildir: İnsanlar ancak maddi durumlarının, sağlıklarının ve bir çok kimsenin karışamayacağı özel hallerinin elverdiği sayıda çocuk sahibi olurlar.


Gelişmiş bir ülkede başta başbakan olmak üzere erk sahibi siyasilerin halkı yanıltıcı, sağlığa zararlı söylemlerde bulunma hakkı olmadığı bilinmelidir. Amaç 34 çocuğun F-16’larla bombalanarak öldürüldüğü Uludere olayında gündem değiştirmek ise, lütfen gündem çarpıtmanıza hekimleri, insan sağlığını ve kadın haklarını malzeme yapmayın.


İnsan sağlığı ve kadının bedeni üzerindeki haklarının, erkek egemen söylemlerle siyasi polemiklere malzeme yapılmasından ve evrensel bilimsel değerler yerine muhafazakar yaklaşımın gündelik yaşama müdahalesinden kaygılıyız.


Kamuoyuna saygı ile duyurulur.


İSTANBUL TABİP ODASI


YÖNETİM KURULU





10 Mayıs 2012

SUÇSUZSUNUZ



Bir tek ben kaybolamıyorum,
Ortalık malı kalbim,
Ne zaman isterseniz gidiyorsunuz,
Ne zaman isterseniz zaman diliyorsunuz benden,
Hep varım nasılsa,
Hep yerinde sayan bir beceriksiz gibi…
Oysa kaybolmak istiyorum bazen,
Yerim yurdum belli olmasın,
Öldüm mü kaldım mı anlaşılmasın!

Kuşattınız etrafımı,
Kiminizin yalanına kiminizin yasına kandım,
Bir “hayır” diyemedim ki biriken kanı atayım,
Zincirleriniz hazır, ellerimi uzatan benim.
Suçunuz yok ki!
İzleriniz var bedenimde,
Geçmez ki…
Çırılçıplak karşınızda duran benim!
Sizin suçunuz yok ki!

Bir tek duvarlarım vardı,
Etim kemiğim onlarındı!
Ellerim o duvarlarda kırıldı,
Tutamam artık hiçbirinizi,
Kemiklerimi en çok kendi ellerim kırdı!
Etimi en çok onlar acıttı!

Bir tek ben kaybolamıyorum,
Tüm kaçışları kendinize ayırmışsınız,
Size açtığım kapıları siz bana kapatmışsınız,
Vuruyor, kaçıyor ve unutuyorsunuz…
Öldürseniz minnet borçlanırım!
Zulmediyorsunuz!
Kaybolanlardan, zamana sığınanlardan beklediğim şeye bak;
Bulmuşsunuz beyaz bir ten
Sürekli üstümden geçiyorsunuz!

Ne aynadan anladığınız var
Ne vicdandan…
Ne yaradanınız var,
Ne de korkuyorsunuz Tanrıdan!


Elleriniz boğazımda,
İçime giriyor, içimi büzüyorsunuz,
Sizi içine alan birine nasıl kıyabiliyorsunuz,
Korkuyorum hepinizden,
Sokağa çıkma yasağı koyuyorum ömrüme,
Darbeniz, işkenceniz, iziniz varsın kalsın bedenimde,
Ağlamak mı?
Yağmur! Yarışamazsın benimle!!!


Çisel Onat
İstanbul

3 Mayıs 2012

NEDEN DOĞURAYIM?


3 çocuk...
Birini tecavüzle, birini uyuşturucu ile birini silah ile öldürürler.
Neden doğurayım?
İlkokula gittiğinde ‘bilinci henüz açılmamış’ yaşıtlarının kafasındaki örtüyü gördüğünde ‘demokrasi’ öğrenebileceğinden mi?
Lisede yarış atı ruhuyla üniversite sınavına koştursun bir de üstüne soruların çalınabildiği bir düzene karşı uğraşsın diye mi?
Üniversitede sırf ‘özgürlüğünü’ korumak için, sırf ‘farkındalığı’ yüksek olduğu için ben onu evde beklerken o sokaklarda dövülsün diye mi?
Kimbilir belki de doktor olur... Oysa ki hacılar hocalar çoktur.
Kimbilir belki de öğretmen olur... Oysa ki atama yoktur.
Kimbilir belki de avukat olur... Oysa ki hukuk yoktur.
Kimbilir belki de memur olur, işçi olur... Oysa ki hak yoktur. Emeğin karşılığı yoktur. Hele bir de bir yerlerde ‘tanıdık, milletvekili akraba’ yoksa yaşamak bile çoktur.
Bazen de düşünüyorum...
Cahil sevişmelerin sonunda 3, 5, 10 çocuk doğuveriyor. Kimisi dileniyor, kimisi çalıyor, kimisi de okuyor ‘okutuluyor’ varolan düzene adam yetiştiriliyor... Ha bazısı da var ki; biz onlara Anadolu çocuğu diyoruz,  öyle bir sahipleniyor ki vatanını, insanını, Ata’sını... Güveniyoruz onlara, geleceğe garantimiz gibiler adeta...!
Bilmiyorum...
Neden doğurayım?
Özgürlüğüne, demokrasisine, sahipleniciliğine, insan haklarına, eşitliğine, laikliğine ‘artık’ şüpheyle baktığım bir ülkede neden çocuk sahibi olayım?
Belki de inadına çoğalmak gerek, 3 değil 10 çocuk yapmak gerek... Her birini Atatürkçü, her birini özgür yetiştirmek gerek...
Ama...
Bir Üzmez daha çıkar tecavüzden serbest kalır, olan benim çocuğuma olur.
Bir terörist çıkar sınırda alkışla karşılanır, olan benim çocuğuma olur.
Bir kanun çıkar 18 yaşını dolduran silahlanabilir denir, olan benim çocuğuma olur.
Artık ‘yaş 18 yolun sonudur!’
Ama...
Bizim gibiler çoğalmadıkça da ‘onlar’ virüs gibi sararlar etrafı!
Olan memleketime olur...!
İşte bu yüzden bir yanım ‘çek git’ diyor.
Bir yanım ‘burası senin, otur!’

Çisel ONAT 

6 Nisan 2012

Sevdiğim Kadınlar Gerçekten Aşık Olanlardı... Onlardan biri...

Meral Okay; 
"Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman''ın eşyaları var...Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma halidir... Yaman o kadar temiz bir adamdı ki ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben derdim ki; bu adam ne zaman yorulacak! Meğer acelesi varmış...Herşeyi o kadar yoğun, hızlı ve coşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. Ben köşeleri çok olan bir insandım. Yaman beni eğitti... Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ''biz'' olabilme halidir...İnsan egosu denetlenmesi en güç şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz... Biz birbirimize karşı çok saygılıydık... Eee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik... Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi... Aşk bazen de bir kıyamama halidir... Şunu çok açık yüreklilikle söyleyebilirim, o benden daha iyi bir insandı...O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar temiz yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın...O, o kadar ahlaklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız. Böyle bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana...Bu ateşle yanma hali o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın...Yaman’la her günümüz sevgililer günüydü...Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır...Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken boğaz’ı turlardık.Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda eksik aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır... Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıklardaki tutku kutsanır hep...Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre sahibiz biz..."

23 Mart 2012

Bir Adamla Köy Evinde Sarabande...


Yazdıklarımı örtemeyeceksin! Bu yazıda Zagalamak yok. Burası benim çöplüğüm. Ben istediğim noktadan sonrasını getirmem ama sen istediğin noktadan sonra kapatabilirsin sayfayı. Sana her şeyden bahsetmeyeceğim ama aslında her şeyi anlayacaksın! Parayı, iktidarı, gücü ve aşkı... Her şeyi anlayacaksın!
Tuhaf bir kadın tuhaf bir adama aşık olmaz. Tuhaf bir adamda tuhaf bir kadına! Büyümediğini ve hiç büyümeyeceğini biliyorum! Seni tüm çocukluğunla tüm artçılarınla kabulleniyorum! Şu anda Fedakar kadın modeliyim ben!
Sana hükmüm geçmez! Ya noktada ya virgülde ya da ve bence ünlemde kesişti seninle benim cümlelerimiz. Ve ben kaderci kadın modeliyim!
Senin ilk kelimende başlıyor işkence. Sonuna kadar gidiyorsun. Durmak nedir bilmiyorsun. Sana adam mı demiştim ben! Az mı demişim! Azaltmışım anlamını affet beni. Sen hangi kitaba yazılsan sen kadar sayfa lazım baskıya. Kaç kere “seni” çizsem bir yere o kadar da boya… Abartan kadın modeliyim şimdi de!
Bir kadeh bir şey olmalı seni izlerken gözlerim. Bir satır bir şey kalmalı geceden geriye seni gizlerken “gözlerin”. Çok mu gülüyorum söylediklerine? Hayır! Bazen o kadar çekilmez ve o kadar işe yaramaz sözler ediyorsun ki insanın alıp başucuna koyası geliyor! Bu kadar anlamlı bir dünyada (!) bu o kadar anlamsız seviyorum ki beyninin içindekilerin dilinden çıkışlarını… Söylediklerini dudak bükerek izliyorum! Peki ama neden? Neden hep aynı günde aynı noktada aynı kadeh farklı alkol tadıyla sana bakıyorum! Ateşi düşürülmeyi bekleyen bir çocuk musun ki başındayım tüm gece? Ayağa kalkamayan bir yatalak mısın ki yanındayım? Zehirli bir adamdan başka bir şey değilsin aslında! Hakaret mi bu? Sen öyle say! Ve şimdi de alttan alan kadın modeliyim !
Tüm bu kadın rollerini reddetmek gerek oysa. Okullarda zorla beynimize tıkılan o saçma sapan integral soruları gibi her şeyi, tüm kadınsı ya da erkeksi rollerini reddetmeli insan! Hadi seninle de dertleşelim. Hoşgöreceksin beni. Bu aralar herkesin yarasına bant olmak gibi bir görevle kutsandığımı sanıyorum. Doktoruma sordum “nedir bu halim?” diye. Ne desin adam, hayranla hoyrat arasında gidip geliyorsun sen dedi. Bir halt anladıysam ne olayım! Yani anladım ki sonradan biraz hayata hayran biraz hayatıma hoyratmışım bu aralar. Hoş gör işte. Ama bak anlatabilirsin. Bir adamın en çok hangi yatakta sevişmekten hoşlandığını mesela. Kaç kadın sesinin sana hoyratlığı hatırlattığını ya da kaç kadının ve hatta kaç erkeğin sana hayran kaldığını anlatabilirsin. Unutma ben tüm kadın rollerine sahip ama tüm o rolleri senin sınırlarında reddetmiş bir kadınım! Dinle! Duvarına astığın resme bir bak önce! Ben görmüyorum, sen biliyorsun neye baktığını ama düşün. Ne kadarı yansıtıyor seni! İnsan duvarına astığı her resimde kendine bakıyor gibi hissetmeli aslında. Bunu hiç böyle düşünmediğini biliyorum. Çünkü herkesin senin aynan olmaya karar verdiği ve kendilerine has tüm modelleri reddettikleri bir dünyada aynaya bakacak halin kalmadığını biliyorum!
Sana planlanan cinayet senaryoları bile hep yarım kalmaya mecbur aslında. Çünkü sende iz bırakmak zor! Sende ses duyurmak zor! Sende aşkı tutundurmak da zor! Okan Bayülgen olmanla alakalı değil bu! Sadece sana yüklenen sıfatların mitolojideki tanrılara yüklenenlerden hiçbir farkının olmaması sorun! Oysa hata! O mitolojilerin hepsi bir palavra! Bir gün hiç kahkaha atmadan izlemeyi denedim seni. Başardım da! Ama küçük bir hazırlık yapmıştım kendime. Dedim ki o sadece Okan. He is simply Okan! Dedim ki: Kravatını çıkar onun, gitarını bir kenara koy, üzerindeki tüm siyah takımları al ve kaldır ve hatta dolabındakileri de yak gitsin! Işıkları kapat, müziği sustur, makyajını sil, sahneyi boşalt, ayakkabılarını da koy bir kenara. Şimdi geride kalana bak! Ya çok şey “var” olacak geride ya da  “yok” olacak herşey. Seçim benim, seni her zamanki gibi de izleyebilirdim. Ama hayal gücüme ihanet etmedim.
Artık ekran benim! Sen de! Sende ki gerçek de!
Hem neden saklanalım! Yaşımız saklambaç oynayamayacak kadar büyük değil belki ama boyumuz kendimizi saklayamayacağımız kadar uzadı artık! Hem neden yakalanalım! Çocukken ağlamanın bir ifade olduğunu söyleyenler büyüdüğümüzde bizi ağlatanlar oluyorlar nedense. Hem neden ağlayalım! Aynı şeker kaplarını saklamadık mı seninle? Sende seviyorsun “Çokomel” jelatinlerini tırnak ucunla düzleştirip kitaplarının arasında saklamayı, sen de seviyorsun kahveyi höpürdeterek içmeyi. Biliyorum ki sende en az benim kadar saçlarının okşanmasından haz duyuyorsun. Belki ben senden daha şanslıyım, bir kamera önüm yok. Bir telefon bağlantım yok! Yanımda gezeni kadın olsun erkek olsun bir kalıba sokup başka hayatlara sunan yok! Ama biliyorum ki sen de hala çizgi filmleri izleyerek gülümsemeyi biliyorsun! Hem neden değişelim! Aynı acılar tarafından acıtılmıyor muyuz? İkimizin de vicdanı sokaktaki bir kedinin kuyruğundaki tenekeyi çözebilecek kadar güçlü değil mi? Tamam vicdansız olmaya çalışsak da bu hayata karşı direnişimizin bir rolü değil mi? Ama kimse görmeden, annemizden dayak yememek için gizli gizli kim bilir kaç kere gecenin ortasında kendi sütümüzden çalıp da bir hayvan besledik bahçemizde! Hem neden direnelim! Sen böyle bir “adam” olduğun için hayata silahla tüfekle mi saldırıyorsun. Sarhoş olma hakkını kendine çok mu görüyorsun? Seni kabullenmedim işte.  Oh be! Hep aynı ekran, hep aynı koltuk, hep aynı adam! Kendimi tekrarlamaktan sıkılmıştım oysa şimdi sen varsın! Ekran aynı, koltuk aynı ama sen farklısın!
Ne güzel bir dağ evinde olsak! Sen domates yetiştiren bir adam ben çay toplayan bir kadın! Gülme bak! Klasik bir hayaldir bu ama neden hep hayal edilir düşündün mü? Hayatın gerçeğe en yakın olduğu andır çünkü. Ya da şimdiye bakarsak kurulabilecek en imkansız hayaldir. Ama ben kurdum işte. Balkonunda domates yetiştirmeye kalkan biri için sence de fazla etkileyici bir hayal değil mi bu? Evet evet sen de domates yetiştirmelisin. Kırmızı yakışmalı mesela ellerine. Ruj lekesi kalmalı şehir oğlanlarının yakalarında, sen beni kırmızıya boyamalısın. Bunu senden başkası yapamaz biliyorum! Biraz çay demlemeliyim sana ve sen bana Kafka’yı oynamalısın ve uyumam için Heinrich Böll okumalısın. Hayır! Sevmediğin bir şey söylediğimde telefonu da kapatamazsın. Biz dağdayız unuttun mu? Köy evindeyiz. Tüm hatlar kesik!!! Dayanmalısın!
Arkadaş olmalıyız! Ben seni böyleyken merak ediyorum işte.
Arkadaşımken, sevgilimken ya da düşmanımken değil!
Öyle bir dağ evinde mesela! Ya da suyu akmayan bir köyde bir harabede. Nasıl ayakta durduğunu görmek istiyorum! Nasıl doyduğunu! Nasıl üşüdüğünü, ellerinin soğukluğunu! Yalnızlığınla nasıl başa çıktığını! 3 gün üst üste aynı gömleği giydiğini ve nasıl koktuğunu duymak istiyorum!
“Basit” bir arabada direksiyona hangi kuvvetle tutunduğunu mesela! Frene hangi yaşam sevinciyle ne kadar asıldığını, tanıdık birkaç ahbap mahallesinden geçip geçmeyeceğini, geçtiğinde hissedeceğini, yön değiştirdiğinde kendinde kaybedeceğini görmek istiyorum! Çok mu acımasızım sence! Fazla mı geliyorum üzerine! Ama “sözlerin vicdanı yoktur” bilmelisin!
Benimle aynı geçim sıkıntısını hesaplayışını, ektiğin domateslerle yaşayabileceğini görmeyi istiyorum. Aynı sokaklarda yürümüyor muyuz seninle şimdide? O zaman da aynı sokaklarda koşalım istiyorum!
Sana duvarındaki tabloda kendini görmeni söyledim! Etrafındaki kırık aynalarla kalbini çizip canını yaktım, içinden geçmeyi öğrendin hepsinin! Saklambaç oynamak için boyunun farkına varmanı, sakladığın “Çokomel” kaplarını hatırlayıp kitaplarının arasından çıkarmanı ve en sevdiğin sayfada kalan çikolata kokusunu koklamayı hatırlattım! Seni “kendi” ekranımda, kendi kumandamda, kendi koltuğumda ağırladım! Umduğunu değil bulduğunu sundum!
Bak! Ne kadar güçlüyüm aslında! Kapında yatmadım, sana tapmadım, hayranın değilim. Hem neden tapayım! Seni aldım bir dağa kaçırdım! Arkadaş olduk! Sevgili olduk! Düşman olduk! Her sınavı benden yana geçtin! Her soruma senden yana cevap verdin. Sözlerin vicdansızlığına rağmen dinledin!
Dans etmeyi unuttuk! Hadi kalk! Dağın tepesinde, bir köy evinde “Sarabande” dansı yapalım! Ayağımızın altındaki tahtalar adımlarımıza göre hareket etsin. Acaba nasıl kavrıyor elin bir kadının belini, gözlerin ne kadar uzun süre bakabiliyor bir göze ve ne kadar uyumlu ayakların bir kadının topuksuz ayakkabılı hallerine!
Ve sonu bu işte! Şimdi herşey seninle! Ekranını al, kameranı al, giysilerini giy. Kravatını bağla! Gitarını çal!
Bir tek şey yap! Benim için değil. Domatesler için! Sarabande için!!!
Çocukken bir kez dinlediğim bir masalın peşinden kaç yıl koşmuşum ben farkında olmadan. Hansel ve Gratel’i bilir misin? İşte o masal. Bir kez dinlemiştim onu. Bir kez okumuştum kendi başıma. Lakin kimse anlatmamıştı da. Her şeyi nasıl kendim yaptıysam masalımı da kendim okumuştum kendime. O gün bugündür yaşadığım her acıya ekmek kırıntısı bırakmışım kendimi kahraman zannedip. Biliyor musun; sen o acılara dönmek istemedikçe bıraktığın kırıntıları toplayıp dahası var mı diye tepene üşüşen bir sürü karga oluyor. Hiçbir çocuk yaşasın istemiyorum bunu! Kimse içindeki çocuğu yitirmemeli!
Hiçbir kadın içinden çocuk aldırsın istemiyorum… Hiçbir adam da!
İçindekine sahip çık! Domates ekerken sende gördüğüm çocuğa, dans ederken sende hızlanan çocuğa, ekranın arkasında da önünde de aynı misketlerle oynayan çocuğa...
...Ve sana aşık değilim! Biraz hayran biraz hoyratım o kadar!”
Mutlu yıllar Okan Bayülgen…

2008/İstanbul

21 Mart 2012

BEN VARIM ARAMIZDA...



Hayal kurmayalı çok olmuş,
Bugün farkettim.  
Şöyle bir masa kestirdim gözüme,
Bir ucunda sen, bir ucunda ben
Gözün gözümde,
Benimse korku vardı içimde,
Diyorsun ki ‘neden’
‘Bilmiyorsun’ diyorum hemen!
Bir sus payı yok aramızda,
Bakmamı istiyorsun sana,
Gözümle kaçıyorum o kare masada
Nereye baksam aşk, nereye baksam sensin oysa!

Bir yol kestirdim gözüme,
Sağında ben, solunda sen,
Senin kolun kolumda,
Kolum kanadım benim yine, kırık da var çıkık da,
Diyorsun ki ‘bir kol boyu mesafe var aramızda!’
‘Gelemem, tutamam seni’ diyorum tek solukta!
Bir kol boyu yok aramızda,
İçiçeyiz oysa!

Bir ev kestirdim gözüme,
En sıcak yerinde sen, kapı eşiğinde ben,
Elinde bir fotoğraf var,
Benim elimde sadece bir anahtar,
Diyorsun ki ‘gelsen?’
‘İçine giremem!’ diyorum hemen!
Eşikten geçemeyen bir kadın var aramızda,
Cesur gibi görünüyor, hep gülüyor da!
Korkağın teki aslında!

Bir yatak kestirdim gözüme,
Sıcak yerinde sen, soğuğunda ben,
Senin teninde ateş var,
Benim tenimde savaş...
Diyorsun ki ‘benim olsan’,
Diyorum ki ‘Uyandığımda yok olursan?’




Yine mahvediyorum hayalimi,
O kadar istiyorum ki seni,
Mahvedebilirim güzelliğini...
Sesim var aramızda,
Defalarca birilerine ‘gitme’ diyen sesim...
Gözlerim var,
Defalarca yollara dalıp giden gözlerim...
Tenim var aramızda,
Defalarca birilerinin olan tenim...
Kalbim var aramızda,
Yeni yeni ayaklanan, kalktığı anda seni gören kalbim...
Hayalin var aramızda,
Hiç gitmeyecek saydığım, hiç bitmeyecek, hiç sönmeyecek sandığım hayalin!

Ben varım aramızda,
Her defasında öldüğünü sanan içim var...
Sadece ama sadece ben varım aramızda,
O kadar korkağım ki;
Bir çekip atabilsem beni,
Bir unutabilsem üstümden geçenleri
Bir tek aşk olacak aramızda!

Çisel ONAT

11 Şubat 2012

Vicdanı olan, insan olan herkese...!



LÜTFEN BU KONUYA SADECE BAKIP GEÇMEYİN! EVLADINIZA, CANINIZA YAPILMIŞ GİBİ DÜŞÜNÜN VE AŞAĞIDAKİ YAZIYI İLGİLİ E-MAIL ADRESLERİNE GÖNDERİN... EN AZINDAN BENİM ARACILIĞIMLA BU SAYFAYA UĞRAMIŞ HERKESİN BUNU YAPACAĞINA İNANIYORUM. TEŞEKKÜRLER...


E-mail adresleri: 


bimer@basbakanlik.gov.tr 
kaymakamlik@torbali.gov.tr
tdp-ahmettayfun@hotmail.com

alpberk44@hotmail.com 


Sayın Yetkili,

Torbalı'da elim bir olay gerçekleşmiştir ve nedenini parçalı, suç işlemeye uygun ortamların ve grupların varlığından kaynaklandığına bağlamaktayız.

Canlı canlı parçalanarak, patileri asitle yakılan, kulakları kesilen ve tecavüze uğradıktan sonra öldürülen köpek için kaymakamlığınızdan, toplum destekli polisimizden, jandarmamızdan ve milli eğitimimizden benzer olayların tekrarlanmaması adına çalışmalar yapılmasını arz ve talep ediyoruz...

Ayrıca, bu korkunç dehşeti yapan kişi ya da kişilerin ivedilikle bulunmaları ve mümkün olan en ağır cezaya çarptırılmaları için hukuka teslimini rica ediyoruz. Bu konunun peşini bırakmayacağımızı bildirmek isteriz. 

Saygılarımla